Türkiye’nin 30 yıldır savaştığı PKK ve lideriyle doğrudan barış görüşmelerine başladığını ilan etmesinden bir buçuk yıl, Meclis’in bu süreci yasal güvenceye kavuşturmasından günler sonra Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi kaymakamı iki sivil toplum örgütüne (Eğitim-Sen ve Kurdi-Der) yazı göndererek açtıkları eğitim evinde Kürtçe eğitim vermelerinin yasalara aykırı olacağını, buna dikkat etmemeleri halinde haklarında yasal işlem başlatılacağını duyuruyordu.[1]
Aynı hafta, onlarca askeri araç, helikopter desteğiyle, Lice’nin Kerwas köyünde köylülerin aylarca süren çabaları ve emekleriyle inşa ettikleri binayı içinde Kürtçe eğitim verileceği gerekçesiyle savcılık kararını da takiben yıkmak üzere operasyon düzenliyordu.[2] Aynı hafta, Milli Eğitim Bakanı, Kürtçe eğitim verecek okul açma girişimlerini provokasyon olarak niteliyordu.[3] Aynı hafta, hükümete yakın bir gazete, manşetinden okul açma girişimlerini “çözüme düğüm” olarak niteleyip Kürtçe lise “dayatmasının” sürece verdiği zararı kendince anlatıyordu.[4] Aynı hafta Diyarbakır, Yüksekova ve Cizre’de yüzlerce asker ve polis ablukasında açılan Kürtçe okulların kapılarına sadece saatler sonra yine yüzlerce asker ve polisin katıldığı operasyonlarla içlerinde suç işleniyormuş gibi mühür vuruluyordu.[5] Aynı hafta, onlarca Kürt genci devlet okulundaki Kürtçe eğitimlerinin sonunda hakettikleri öğretmenlik verilmediği için açlık grevlerinin 19. gününe giriyordu.[6] Aynı hafta, Liceli 19 yaşındaki Abdullah Akkulu isimli genç, üç ay önce askerin açtığı ateş nedeniyle girdiği yoğun bakımdan çıkamayarak “çözüm” sürecinin başladığı tarihten bu yana polis ve askerin öldürdüğü 15. genç oluyordu.[7] Aynı hafta, Türkiye “çözüm” süreci sırasında ve öncesinde Rojavalı Kürtlere saldıran, yüzlerce sivil-asker Kürt’ü katleden IŞİD’e yönelik uluslararası koalisyonda yer almayacağını, bu örgüte yönelik açık-zımni desteğini anlatan sayısız haber-yorumun da dolaşımda olduğu bir dönemde- dünyaya ilan ediyordu.[8]
IŞİD, Urfa’nın Birecik ilçesinde Türk askerinden sadece metrelerce ötedeki tanklarıyla Kobani’deki Kürtlere saldırdığında (12 Temmuz 2014) Türk ve Kürt yetkililerin açıklamalarına göre barış süreci önemli bir aşamaya geliyordu. Aynı örgüt bu defa Ezidi Kürtlere tarihlerinin en büyük felaketlerinden birini yaşatacak saldırıyı gerçekleştirdiğinde, Şengal’i ele geçirip onbinlerce Kürt’ü tutsak, yüzbinlercesini yersiz yurtsuz bıraktığında da (3 Ağustos 2014) süreç olgunlaşıyordu.
Çelişki süreci
Dünyada Kürt meselesine de model teşkil eden birçok barış sürecinin çok zor aşamalardan geçerek başarıya ulaştığı veya kimi zaman başarısızlıkla sonuçlanarak daha büyük savaşlara yol açtığı bilgisine sahibiz. Ancak bu kadar açık çelişkinin yarattığı koca bir ağırlığa sahip muhtemelen az barış süreci gerçekleşti, bunlardan biri de Türkiyeli Kürtlere nasip oldu. Türkiye ve PKK, 2013 yılının başından bu yazının yazıldığı 2014’ün Eylül ayına kadar, yani en az 21 ay boyunca Türk ve Kürt kamuoylarının bilgisi dâhilinde görüşmeler yaptı. Bu süreçte medyada sayısız haber çıktı, toplumda başta Akil İnsanlar ve Geri Çekilmeyi İzleme Komisyonu gibi girişimler olmak üzere sayısız girişim, hareketlenme yaşandı. En önemlisi bu süreçte polis ve askerin cinayetleri dışında önceki yıllarla kıyaslandığında ölümler olmadı, şiddet ve çatışmalar kesildi. Ancak bu kazancın dışında (yetmez mi diyeceklere; hayır), ne Kürt ne Türk toplumu, hala iki tarafın bu görüşmeleri nihai olarak ne için ve nasıl yapacaklarına dair yukarıda saydıklarımın çok daha fazla üzerinde çelişkiyle birlikte herhangi bir fikre de sahip olmadı.
Peki, Türkiye’nin tüm dünyanın gözünde IŞİD destekçisi olağan şüpheliler arasında ilk sıralara yerleştiği, valisinin bu örgüte Türkiye üzerinden katılımları “seyahat özgürlüğü” saydığı, sempatizanlığı ifade hürriyetine bağladığı[9], IŞİD’in Irak ve Suriye Kürdistanlarındaki Kürtleri katlettiği, bizzat PKK’nin kendisine saldırdığı, onlarca PKK’li, YPG’li ve Peşmerge’nin canına mal olduğu bir dönemde bırakın bir fikre sahip olmayı mevcut fikrin de buharlaşıp gittiği, şüphelerin, inançsızlık ve umutsuzluğun iyice arttığı bir dönemde bu örgüte vize veren valinin demokratik yaklaşımıyla ifade edersek önce Kürt toplumunun, ardından Türk toplumunun nasıl bir barış sürecinde olduklarını bilme hakları, bilgilenme hakları yok mu?
Herşeyden önce Türkler ve Kürtlerin; Türkiye devleti ve hükümetinden bir yanda PKK ile barış görüşmesi yaparken öte yandan nasıl olup da PKK’yle savaşan, Kürtleri katleden bir örgütü desteklediğini öğrenme hakkı var. Aynı şekilde bu iki halkın PKK’den de, kendisine ve halkına saldıran örgüte destek verdiğini bizzat kendisinin[10] defalarca ve yüksek sesle dile getirdiği[11] bir devletle barış görüşmelerinin nasıl, ne yönde ilerlediğini sormaya hakkı var. Eğer ulusal ve uluslararası medyada Türkiye’nin -artık haber değeri taşımayan ölçüde sıradanlaşan- IŞİD’e destek verdiği yönündeki haberler tamamen yalan, PKK’nin bu yöndeki iddiaları da sadece siyasetse bunun da yine bu taraflarca anlatılması gerekir.
Anlamı kalmamış gizlilik
Barış süreci etrafındaki belki ilk zamanlarda bir kıymeti olabilecek ancak artık giderek anlamsızlaşan kapalılık ve “sırlar” sadece bu sürece olan güvensizliği pekiştiriyor. PKK ve Türkiye’nin barış görüşmelerine başladığı tarihten bu yana içinde bulundukları coğrafya ve sosyoloji bambaşka bir hale geldi. Ne PKK gibi bir isyan hareketi ne de Türkiye gibi bir devlet için IŞİD’in yanıbaşlarındaki iki devletin de sınırlarını anlamsızlaştıran ilerlemesi, kendi sınırlarına dayandığı veya bu sınırları da geçtiği gerçeği karşısında konuşabilecekleri herhangi bir ciddi sırlarından bahsedilemez artık.
Fakat bu iki taraf için IŞİD meselesinin sandığımız gibi bir geçerliliğinin olmadığını varsaydığımızda bile tuttukları sırları ve herkesi, hepimizi ilgilendiren bir meselenin çözümünden toplumu dışlayan bir kapalılık içinde hareket etmelerini anlaşılır kılan bir durumdan artık bahsetmek mümkün değildir. Bu gizlilik, dolayısıyla ne Bağlar kaymakamının Kürtçe eğitim verecek eğitimcilere parmak sallamalarını anlamamıza yardımcı oluyor ne de Abdullah Akkulu gibi çocukların neden hala öldürüldüğünü. Bu gizlilik, süreci yürüten özneleri, kurum ve kişileri de sorumluluktan kurtarıyor. Çünkü hiçbirimiz aslında hepimizi ilgilendiren bir konuda ne konuşulduğu hakkında hükümete yakın gazetecilerin güya kulis haberleri dışında herhangi bir fikre sahip değiliz. Bu süreçte yanlış yapan, hatalı veya başarılı kararlar alan birileri var mı, herhangi bir fikrimiz yok. Dolayısıyla bu süreç yarın birden sona erip eski çatışmalı günler geldiğinde, ne bunu önlemenin imkanı veya bilgisine ne de sorgulama hakkına sahip olacağız.
30 yıllık savaş elbette esas olarak PKK ile Türk ordusu ve hükümetleri arasında yaşandı. Ancak aynı şekilde Türk ve Kürt halkları da bu savaşın ister istemez bir biçimde ya mağduru ya izleyicisi olarak içinde yer aldı. Ötesi, bu iki halkın iki tarafa destekleri olmadan bu kadar ciddi bir savaş da yaşanmayabilirdi. Dolayısıyla inşa edilecek bir barış zaten bu insanlar için inşa edileceğinden bunu onlardan gizlemenin, onları dahil etmemenin bir anlamı yok. Bir buçuk yılı aşkın bir süredir ayakta tutulabilen bu sürecin kalıcı olabilmesi, Türk ve Kürt toplumlarının ortada bir “süreç” olduğu verisi ve buna şükretmesinin ötesinde bilgi ve fikre sahip olmasıyla mümkün olacak. Yoksa Türkiye’nin barış sürecinin savaş dolu bir dönem ve coğrafyada bir tarafta Kürt, diğer tarafta Türk sır küpleriyle ilerlemesi, ilerlese bile başarıya ulaşması elimizdeki sıfır bilgiyle konuşacak olursak; çok zor görünüyor. 30 yıl boyunca kimseden gizlemeden, birbirleriyle açıkça savaşabilen iki gücün barışırken de bu cesareti gösterebilmesi gerekiyor.
[1] Bkz, “Bağlar Kaymakamlığı’nın Kürtçe Okul açıklaması”, Yüksekovahaber, 14 Eylül 2014.
[2] Bkz, “Lice’deki Kürtçe okulu yıkmak için askeri operasyon başlatıldı”, Dicle Haber Ajansı, 11 Eylül 2014.
[3] Bkz, “Orada bir provokasyon kokusu var”, Habertürk, 11 Eylül 2014.
[4] Bkz, “Dertleri Çözüme Düğüm”, Türkiye, 11 Eylül 2014.
[5] Bkz, “Sabah açılan Kürtçe okul mühürlendi” Hürriyet – “Yüksekova’daki Kürtçe okul mühürlendi” Yüksekova Haber, 15-16 Eylül 2014.
[6] Bkz, “Kürtçe öğretmenleri açlık grevlerini sonlandırdı”, Milliyet, 12 Eylül 2014.
[7] Bkz, “Lice’de askerlerin yaraladığı Akkulu yaşamını yitirdi”, Fırat Haber Ajansı, 14 Eylül 2014.
[8] Bkz, “Türkiye IŞİD bildirisini imzalamadı”, Yeni Şafak, 11 Eylül 2014.
[9] Bkz, “Kocaeli Valisi ‘Dilovası’ndan IŞİD’e minibüs’ iddialarına yanıt verdi”, Hürriyet, 13 Eylül 2014.
[10] Bkz, “KCK’den Sert Uyarı: Ya IŞİD ya Çözüm”, Özgür Gündem, 13.07.2014
[11] Bkz, “PYD lideri Salih Müslim: “Türkiye IŞİD’e göz yumuyor”, Al Monitor, 23.06.2014.