Aradan geçen iki yılda barış süreci soru işaretleri, düşüş ve yükselişlerle yoluna devam ediyor ve edecek gibi. Abdullah Öcalan’ın “müzakere taslağı” ile bugüne değin baş aşağı duran sürecin, bir nebze ayaklarının üzerine oturtulduğu bir döneme girildiği yönünde açıklamalar yapılıyor. Ancak barış sürecinin nelere kadir olduğu ve nereye varacağı konusundaki sorular bir karşılık bulmuş değil henüz.
Barış süreci, karşılıksız kalan sorulara, sürece dair ziyadesiyle kuşku uyandıran AKP hükümetine ve Kürt cephesinde giderek keskinleşen tepkiye rağmen devam ediyor. Dolayısıyla sürecin, kimi zaman tarafların tutumunu dahi aşan “devamlılığını” sağlayan mantık-akıl nedir (?) sorusu beliriyor.
Elbette ki soruya güncel politik gelişmeler ışığında verilecek makul cevaplar vardır. Rojava’daki durum, halkların savaş sürecinden duyduğu yılgınlık ve Kürt meselesinin giderek artan uluslararası boyutu ilk etapta verilecek cevaplar olabilir. Ancak yakın zamanda görüldüğü üzere sürecin güncel politik gelişmelere gösterdiği mukavemet, sürece başka bir siyasal-felsefik perspektiften bakmayı da zaruri kılıyor. Barış sürecinin hem siyasal aklını anlamak hem de bu aklın güncel politikanın ötesinde bu süreçten beklentilerine bakmak; bir nebze olsun bu süreci siyaset-ticaret düzeneğinin dışında görmemize yardımcı olacak.
Yeni ihtimaller
Sürece pragmatik-ticari bir pazarlık masası derekesinde bakan gözler için ortada somut bir kazanım görülmeyebilir ancak sürecin arkasındaki felsefik-siyasal mantığı anladığımızda başka bir tablonun şekillenmeye başladığını söyleyebiliriz. Başından beri “Öcalan devletle anlaşıyor” penceresinden bakarak süreci, siyasal pratik kazanımlar listesine atılacak çentiklerle hesaplayan kesimlerin kaçırdığı en önemli boyut; sürecin aslında kendi içinde oluşturduğu ve zorladığı yeni objektif-siyasal olasılıklardır. Kuşkusuz HDP projesi bu yeni siyasal ihtimallerin başında geliyor. Dolayısıyla önümüzdeki genel seçimler, resmi olarak iki yıl önce başlayan oysa PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildikten sonra adım adım olgunlaştırdığı felsefik-siyasal projesinin ürünü olan sürecin miladı olarak gösteriliyor.
Kanımca barış süreci Fransız filozof Alan Badiou’nun “yeni ihtimallerin kapısını aralayan bir süreç” olarak tanımladığı “olay” metaforunu çağrıştıran bir izlekte yol alıyor. Badiou “olay”ı tekil olaylar ya da tahmini şansa bağlı bir sürecin aksine, siyasal yeni süreçler için objektif şartlar ve ihtimaller doğuran bir olgu olarak ele alıyor. HDP projesi; bir toz bulutu içinde yol alan barış sürecinin “olay”ı şeklinde kodlandığında toz bulutunun ardındaki “yeni ihtimallerin“ de giderek belirmesi pekala mümkün.
Bunu anlamak için, sürecin göründüğü kadarıyla karakteristiğini belirleyen üç temel momente bakmakta yarar var.
Birincisi, barış sürecinin klasik eleştirel bir siyasal diyalektikten zuhur etmediği aşikar. Süreç, devletin atacağı “adımlar”dan çok, Kürt hareketinin “müdahale” potansiyeline açık bir konumu temsil edegeldi. Özgün ve özgül olarak bizzat hareketin kazanımlarından besleniyor oluşu bu konumu giderek sabitlerken, devletin neyi verip neyi vermediği ise sürecin teknikalitesi oluyor sadece.
İkincisi, süreç bir yıkımdan ziyade bir “çıkarım” ya da “çözme” sürecidir. Devletin ve siyasal iktidarın varlığını doğrudan hedefleyen bildik bir söylemden çok, “devlete rağmen ve devletin içinden” alternatif bir siyasal iktidar oluşturma çabasına dayanıyor.
Üçüncüsü, yukarıdaki karakteristiği nedeniyle sürecin tekil bir sorundan çok evrensel eşitlikçi-ortakçı bir projeyi hedeflediğidir.
Bu anlamıyla barış sürecini, Kürt kazanımları derekesinden görmenin de ya da salt bir demokratikleşme süreci olarak okumanın da yanılgılı olduğunu vurgulamakta yarar var. Bu iki ana siyasal temayı birbirinden ayırmadan barış sürecine tekil-evrensel ilişki bağlamında bakmak gerekiyor.
Tekil-evrensel bağlam
HDP, söz konusu tekil-evrensel bağlamın temsil bulduğu somut proje olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlerde; Kürt meselesi ile demokrasi isteyen kesimlerin taleplerinin-çıkarlarının birbirine ilk kez bu kadar yakınlaşacağı (iktidarın siyasal dayatmalarının katkısıyla da) objektif bir siyasal sürece tanıklık edebileceğimizi söyleyebiliriz.
HDP’nin seçim barajına rağmen bu seçimlere parti olarak girme isteği, HDP’yi mevcut siyasal iktidara karşı tek alternatif olma posizyonuna güç katacak bir döneme işaret ediyor. Bir “olay” olarak HDP projesi yakın dönemdeki siyasal alt-üst oluşun (yeni ihtimallerin) esas dinamiği olma potansiyeline sahip.
Keza yaklaşık iyi yıldır devam eden süreç, bir taraftan bugüne kadar kendini Kürt siyasal hereketinin varlığı üzerinde yeniden örgütleyen devletin ideolojik-politik aygıtlarını sekteğe uğratırken, diğer taraftan CHP gibi devlete eklemlenmiş siyasal yapıların artık işlevsizliği ve bu anlamda sorgulandığı ve çözüldüğü bir dönemi de başlattı. Doğrudan devlet karşıtı posizyonunu değiştiren Kürt hareketi, devletin elindeki araçları işlevsiz kılarken, devlet içindeki siyasal güç odaklarının kendi aralarında oluşturduklarını dengeyi de bozdu. AKP ve Fetullah Gülen cemaati arasındaki çatışma bu bozgunun en güncel yansımalarındandır.
Bugün siyasal iktidara karşı kesimler için, tek direnç noktasının Kürt siyasal hareketi ve HDP olduğu gün geçtikçe daha bir gerçeklik kazanıyor. Seçim süreci yaklaştığında, milyonlarca kişi, oy verdikleri partilerinden çok, HDP’nin barajı geçip geçmeyeceğine bakacağını şimdiden söylemek çok da tez canlılık olmasa gerek. Bugünkü politik düzlemde HDP’nin, Öcalan’ın öngörüsü ile, önümüzdeki dönemde gerçek bir güç merkezi olacağı ihtimali pek de uzak değil artık. Dolayısıyla bu yıl, barış sürecinin “olayı”nın test edileceği bir yıl da olacak aynı zamanda.