Diyarbakır Büyükşehir Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın, “Diyarbakır’da çıkan petrolden pay istiyoruz” açıklamasına Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Böyle bir şey gündemimizde yok, bu mümkün değil” yanıtını verdi. Türkiye devletinin böyle bir gündeminin olmadığını 91 yıldır biliyoruz. Eğri oturanların doğru konuşmasını beklemek naiflik olurdu. Önemli olan da Bakan’ın değil, Kürdistan toplumunun gündemi zaten. Ancak sorun şu ki, Kürdistan toplumunun gündemi de pek iç açıcı değil. Dolayısıyla öncelikle bizler doğru oturup doğru konuşmalıyız.
Kürtler, demokratik özerklik ya da anayasal statü gibi önemi hiç de azımsanmayacak konulara yoğunlaşmış durumdalar bu aralar. Ancak işin ekonomik aklı ve boyutu gibi içeriğe dair konular yeter kadar önemsenmiyor ya da uğraşılması ileri bir tarihe erteleniyor. Bu açıdan Kışanak’ın çıkışı, kişisel bir tavır olarak kalmak yerine Kürt siyasetinin oturup üzerine düşünmesi gereken bir konu olmalı. Keza iktisadi konular Kürt toplumunun ve Kürdistan’ın geleceğini belirleyecek hayati öneme sahip meseleler.
Sorusu ile çakışan bir cevap
Kışanak’ın açıklamasının ardından, geçtiğimiz günlerde T24.com.tr sitesinde Aydın Engin’in Kongra Gel Eşbaşkanı Remzi Kartal’la bir söyleşisi yayımlandı.
Aydın Engin soruyor: “…İstanbul, ne bileyim Kocaeli, Sakarya, İzmir gibi sanayileşmiş, büyük işçi kitleleri istihdam eden, katma değer yaratan, yüksek oranda vergi ödeyen bölgeler var. Buna karşılık yoksul Kürt bölgelerinde, Hakkari’de mesela, devletten alınan yardım ne kadar, ödenen vergi ne kadar diye sorulduğunda bir cevabınız olmalı.”
Remzi Kartal cevap veriyor: “Şüphesiz ki demokratik özerklik denince zengin bölgeler kendi zenginliklerini yaşasın, fakir bölge kendi fakirliğiyle kalsın anlamına gelmiyor. Merkez tabii ki bir koordinasyon görevi taşıyacaktır. Yani zengin olan bölgeden, yoksul olan bölgeye bir kaynak aktarma görevi olacaktır.”
Gazeteci, sorudaki “bilgi”nin doğruluğundan kuşku duymaksızın “taşı gediğine” oturttuğunu düşünüyor. Kürdistan’ın yıllardır sömürülen kaynaklarından, devletin bölgedeki ekonomik yıkımından, Kürtlerin “ucuz” emeğinden söz edileceğini beklerken, İstanbul’un Hakkari’ye nasıl “kaynak aktarımı”nda bulunacağından dem vuran bir cevapla baş başa kalıyoruz. Aldığımız cevap, gazetecinin “taşı gediğine” oturttuğunu düşünmekte pek de haksız olmadığını gösteriyor! Kartal, sorudaki “bilgi”yi ürkekçe onaylıyor çünkü.
Kışanak’ın açıklamaları üzerine Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk de “hesap-kitap yapma” önerisinde bulundu. Göktürk, Kürdistan toplumunun haysiyetine şu sözlerle saldırıyordu: “Alalım kalemi kağıdı elimize, Cumhuriyet tarihi boyunca Güneydoğu’ya ne kadar devlet yatırımı yapıldığını, ne kadar dolaylı dolaysız gelir transferi gerçekleştiğini, ne kadar teşvik verildiğini, ne kadar sosyal yardım ne kadar kamu hizmeti gerçekleştirildiğini ve bütün bunların karşılığında bölgeden il il ne kadar vergi toplandığını hesaplayalım!” Kartal’ın yukarıdaki “ürkek” cevabını okuyan Göktürk, “vergi tahsildarlığı”nı aşmayan iktisadi “aklı”yla gurur duymuştur muhtemelen.
Devlet, Kürt hareketinin 1980’lerdeki sömürge söyleminin gönderme yaptığı “hak” bilgisinin karşısına, bölgenin “yoksunluğu” ile çıktı. “Aciz” coğrafya imgesiyle “kabahati” üzerine alarak “muhtaç” bir kitle yarattı. Kürt hareketinin iktisadi alana ilişkin dağarcığının zayıfladığı bu süreçte, iktisadi olan devletin egemen söylem alanına terk edildi…
‘Sorun ekonomik’ midir?
Kürt hareketinin kuruluş bildirgesinde Kürdistan’ın bir sömürge olduğu bilgisi temel çıkış noktasıydı. Kürt hareketinin öncü isimleri, başta Mazlum Doğan olmak üzere, 1980’li yıllardaki yargılamalarda politik savunmalarını “tarihsel bir gerçeklik” olarak sömürge söylemi üzerine oturtmuşlardır. Sömürge diskuru Kürt ulusal kurtuluş hareketinin direniş motivasyonuydu. Buna karşılık 1990’lı yıllara gelindiğinde devlet, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ideolojisine içkin olan “az gelişmişlik” tezini yeniden ısıtarak “sorun ekonomiktir” mottosunu devreye koyuyordu. Kürtlerin etno-politik kimliğini ve bu kimlikten doğan haklarını göz ardı etmenin, reddetmenin kolay bir yoluydu “az gelişmişlik” söylemi.
Sömürge söyleminin gönderme yaptığı “hak” bilgisinin karşısına Kürdistan’ın “yoksunluğu” söylemi ile çıkılırken, özellikle Yeşilçam sinemasıyla dolaşıma sokulan “aciz” coğrafya imgesi giderek güçlendirildi. “Kabahati” üzerine alan devlet “muhtaç” bir kitle yaratmıştı nihayetinde. Dolayısıyla “sorun ekonomiktir” söylemi iktisadi ilişkiden ziyade “durum”u tespit ediyordu! Sömürgeci aklın inşa ettiği bu hegemonik alan Kürt hareketinde, devletin Kürdistan ile iktisadi ilişkisine dair söylem sahasını daraltan bir etki yarattı. İktisadi olanın devletin egemen söylem alanına terk edildiği ve Kürt hareketinin iktisadi alana ilişkin dağarcığını giderek zayıflatan bu süreç, konjonktürel olarak yükselen “kimlik” siyaseti ile buluştu. İktisadi alandan uzaklaştıkça kültürün “özü”ne yaklaşılıyordu artık.
İktisadi ürkekliğimiz
Geldiğimiz noktada Kürdistan meselesinin temel teşkil eden iktisadi boyutuna ilişkin söz söylemedeki “ürkeklik” esasen bu arka plana dayanıyor. İktisadı bir “bilim” olarak gündelik hayatın parçası olmaktan uzaklaştıran egemen iktisadi bakış, kimlik siyasetinin söylem alanını “orantısız” işgaliyle birleşerek Kürdistan toplumunun iktisadi haklarının bilgisine muttali olmasının önüne set çekmiş görünüyor.
Kürt siyaseti ekonomiye dair şimdilerde; esası tartışmadığı için usul düzeyde kalan “kooperatifçilik”, “ekolojik üretim”, “kolektif üretim” gibi haktan ziyade devletin Kürdistan’la kurduğu mevcut iktisadi ilişkiyi verili kabul etmeye dönük “proje” bazlı bir söylemsel alanda iştigal ediyor. Devletin teşvik, hibe, sosyal destek programları gibi pratiklerle Kürdistan’da yeniden ürettiği egemen iktisadi ilişki, Kürt siyasetinde “sosyal yardımlaşma” organizasyonlarıyla karşılık buluyor! “Hayırseverlik” “el birliği” ile hak sahipliğine ikame ediliyor.
İktisadi konuları gündeme almamak ya da konunun “ağırlığından” ürkmek Kürtlerin ve Kürdistan’ın statüsü meselesini sadece biçimsel bir duruma indirgeme riskini barındırıyor. İktisadi konuları gündeme almak biçim dışında içeriği de tartışmak, bu konuda talepler dile getirmektir. İktisadi hakların nasıl bir mücadele ile elde edileceğinden bağımsız olarak, bu hak bilincinin yitirilmesi tehdidi aynı zamanda Kürdistan toplumunun haysiyetini ilgilendiren bir meseledir. Ki Kürdistan toplumunun haysiyetine yönelik saldırıların sebebi tam da burada aranmalıdır.
KDV tahsildarları
Göktürk’ün “önerisi”ne dönersek, kalemi kağıdı elimize almanın vakti bizce de geldi, belki de geçiyor. Şimdilik “vergi tahsildarları”na şu kısa hatırlatmalarla yetinelim:
Sömürgeci zihniyetin muhasebe yöntemi malum. Sömürdüğü topraklardan “yürüttüğü” kaynaklara bakmaz. Bu kaynakların çıkarıldığı ile vergilendirildiği yerlerin neden bir birine bu kadar uzak olduğunu aklından bile geçirmez. Petrolü Diyarbakır’dan, Batman’dan çıkarır ama vergilendirmesini Kocaeli’de yapar. Bakırı Maden’den çıkarır vergilendirmesi Mersin’de yapar. Kürdistan’da üretilen elektriği Suriye’ye satar vergilendirmesini Ankara’da yapar. Sömürüyü elinden geldiğince “görünmez” kılar. Verisini gizler. “Hesaba” gelince, Kürdistan’dan topladığı KDV’ye bakar.
Bu arada tahsildarlar; İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in kaldırımlarının her bir taşında, binalarının her bir tuğlasında, tersanelerindeki gemilerin her bir kaynağında ve Anadolu’nun linç güzergahından hasat edilen fındığın her bir tanesindeki Kürdistan emekçilerinin sömürülen emeğini de hesaplar mı acaba? Ya da devletin Kürdistan’daki yıkım rejiminin tazminatını hesaplama cevvalliğini gösterirler mi?