Caddedeki sürgünler
Sürgünler, kaçtıkları ve dahil oldukları siyasi topluluklarda önemli rolleri birleştiren bir alanı işgal ederler; eleştirmek, telafi etmek, yeniden düşünmek ve hayal etmek için bir alan. Ama aynı zamanda, ön cephelerinden uzaklaştıkları bir çatışmayı sürdürmeye daha istekli de olabilirler.
surgun
Görsel: Sébastien Thibault, Archeology of Migration (detay) / behance.net/sebastienthibault
Belavke
Paylaş
  • Geçmişte sürgünde Tamil aktivisti olan Ashwini Vasathakumar, bu makalesinde kendi deneyimini de aktarıyor. Vasathakumar, hali hazırda Kanada Ontario’daki Queen’s Law School’da hukuk ve siyaset felsefesi dersleri veriyor.
Ashwini Vasanthakumar / Aeon

Sincan Mağdurları Veritabanı, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Çin baskısının 12 binden fazla kurbanını belgeliyor. Aile, arkadaşlar ve hayatta kalanların tanıklıklarını kullanan bu veritabanı, bugün alıkonulanları korumak, gelecekte hesap sormak ve tazminat zemini oluşturmak için -bir zamanlar web sitesinde yer alan Uygur atasözündeki ümidi yansıtan- bir kayıt sağlıyor: Tama tama köl bolar yani “Damlaya damlaya göl olur.”

Sincan Mağdurları Veritabanı ve Atajurt Eriktileri (“Anavatan Gönüllüleri” – aynı bölgedeki etnik Kazaklar için) gibi gönüllü kuruluşlar tarafından toplanan ifadeler, Sincan’daki Çin zulmüne dikkat çekmek açısından hayati önem taşıyor. Sürekli ve müdahaleci gözetim, baskıyla biyometrik verileri alma ve zorunlu çalıştırma yoluyla Çin, bir yazarın “dünyanın en gelişmiş polis devleti” dediği şeyi yarattı. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “dünyanın son yıllardaki en büyük kitlesel keyfi gözaltısı” olarak adlandırdığı vaka, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil, ülkelerin soykırım olarak tanımladığı kitlesel toplama kampları ağıyla doruğa ulaştı. Devlet baskısı ve bölgenin yabancı gazetecilere veya hükümet yetkililerine genelde kapalı oluşu nedeniyle, kamplarla ilgili haberlerin ortaya çıkması da yavaş oldu. Sürgünler bu nedenle kritik bir bilgi kaynağı oldu.

Sürgünün tanıklığı birkaç amaca olanak tanır. Sürgündeki insanların yaşadıkları şeylerle uzlaşmasına izin verecek şekilde arındırıcı olabilir. Kolektif hafıza ve kimliği kuran tanıklık kültürel beka sağlayabilir. Anıları ve isimleri korunan hayatını kaybedenlere karşı minnet duygusu sağlar. Ve tanıklık, zulüm görmeye devam edenlere yardım edecek acil önlem başlatabilir.

Mayıs 2020’de ABD Senatosu, dönemin ABD Başkanı Donald Trump tarafından imzalanan Uygur İnsan Hakları Politikası Yasasını bir ay sonra oybirliğiyle kabul etti. Yasa, ABD’deki çeşitli kurumların Çin’in Uygurlara yönelik muamelesini izlemesini ve rapor etmesini gerektiriyor ve Çinli yetkililere yaptırım uyguluyor. Haziran ayında, partiler arası bir yasa koyucular grubu, Çin’in ortaya çıkardığı “zorluklara demokratik devletler arasında koordineli bir yanıt vermeyi” ve “kurallara dayalı uluslararası düzeni” sürdürmeyi amaçlayan Parlamentolar Arası Çin İttifak’ı (IPAC) oluşturdu. Mevcut kampanyalar Sincan, Tibet ve Hong Kong’a odaklanıyor. Buna karşılık, yakın zaman önce Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne seçilen Çin, “müspet değişiklik için güç” uyguladığını yineledi.

Bu raporlama, belgeleme, taarruz, nutuk çekme ve yasalaştırma telaşı bir tür zaferdir. Sürgünlerin tanıklıklarının dikkate alınacağına ve bu öfke ve eylemin hesap verebilirlik getireceğine dair umutlarının doğrulanmasıdır. Ezidi kadın ve çocukların tanıklığından IŞİD’in dayattığı cinsel kölelik sistemini; Kuzey Korelilerden, Kuzey Kore hinterlandını işaret eden karmaşık hapishane kampları sistemini; Esad’ın Suriye’sinde gelişen işkence rejiminin kapsamı ve mekaniğini “Sezar” operasyonundan; ve Rohingyalı mülteci Habiburahman‘dan, Myanmar’da ordunun eliyle halkına yapılan zulmü biliyoruz.

Arendt ve Said, şöhretleriyle mülteciler ve sürgünler arasındaki ikiliği yeniden üretiyor

Fyodor Dostoevsky’nin Sibirya sürgünüyle ilgili anıları, Ölü Bir Evden Hatıralar (1862), türün en bilinen örneklerinden biridir, ancak iç haykırış ve uluslararası utançlara yol açan çok sayıda sürgün anısı, röportaj ve kurgu var. Ve sürgünün tanıklığının kalıcı bir küresel etkisi olabilir. 1960’larda ve 70’lerde otoriter rejimlerden kaçan Latin Amerikalı sürgünlerin tanıklığı, bugünün sürgünlerine bir ulus-ötesi dayanışma çerçevesi sağlayan küresel bir insan hakları söylemi ve bilinci canlandırdı. Ama elbette sürgünler de kolaylıkla göz ardı edilir. Genellikle güçlü düşmanları vardır, ifadeleri çarpıtılabilir ve izleyici kitlesi geçici olabilir.

İnsanlara sürgün siyaseti hakkında bir kitap yazdığımı söylediğimde, genellikle Hannah Arendt ve daha az sıklıkla Edward Said’i soruyorlar – sürgünün günlük aşağılanmaları hakkında umutsuzca yazan fakat yüceltilmiş iki düşünür, şöhretleriyle mülteciler ve sürgünler arasındaki ikiliği yeniden üretiyor. Bu ışıklar altında, sürgün elit bir girişim oluyor.

Çoğu sürgünün bir üniversite okuma listesinde görünmesi veya akşam yemeği partisi sohbetine gelmesi pek olası değildir. Mülteci kamplarında ve rağbet görmeyen mahallelerde yaşıyorlar, Uber için araba kullanıyorlar, kasiyer olarak çalışıyorlar, ameliyatlar yapıyorlar ve benzin istasyonları işletiyorlar. Birçoğu sürgün olduklarını kesinlikle reddeder – onlar sadece göçmenler ya da şanslılarsa mülteci olarak kabul ediliyorlar. Ne kadar perişan, travmatize ve dertli olsalar da, bu bireyler aynı zamanda bir yenilenme ve direniş siyasetiyle de meşgul oluyorlar: İsyanları finanse eder, demokratik muhalefeti destekler, geleneklere itiraz eder ve ülke hayali kurarlar. Kurtarıcısı, temsilcisi, eleştireni ve yoldaşı oldukları anayurtlarının siyasi yaşamında önemli bir yer tutarlar. Onlar da şair ve filozoftur, WhatsApp mesajları mektup-roman potansiyeli taşır.

Sürgün, memleketteki siyasi kusurları düzeltici veya telafi edici bir yer olabilir

Birçoğumuz, yerel veya ulusal medyamızda sürgünlerin istenmeyen davetsiz misafirler, bazı politikacıların da söylediği gibi, sınırların ötesine geçen ve yaşam biçimlerini tehdit eden “sürüler” olduklarını duyuyoruz. Savunucuları, bu karikatürleştirmeye tam tersi bir yanıt verirken hata yapabilir: Ahlaken masumlaştırılan sürgün, sadaka ve merhamet bağışladığımız yalvarandır. Diğer şeylerin yanı sıra, sürgünleri bir başkasının kefaret öyküsünde sahne olarak kullanmak, onları diğer hikayelerin kahramanı olmaktan alıkoyar. Bu diğer hikayelerde, sürgünlerin ahlaki açıdan karmaşık, kusurlu ve hatta sevimsiz olmasına izin verilir. Bu hikayede onlar, tanım gereği olağanüstü ve zor siyasi durumlarda kararlar alan ve hatalar yapan ve iki ülkede önemli siyasi roller oynayan politik aktörlerdir. Bu, Batı’da ikamet eden bizlere, yardımcı oyuncular olduğumuzu fark etmek ve kendimize bu desteğin ne gerektirdiğini sormak için yardım eder.

Eski Yunanistan ve Roma’da sürgün, demokratik düzeni korumayı ve onu bozmaya çalışanları cezalandırmayı amaçlayan rutin bir önlemdi. Antik Atinalılar sürgün etmeyi, aristokratik hizipçiliğe demokratik bir baskı olarak kurumsallaştırdılar. Ve Romalılar, ya tiranlık hırsları barındırdıkları ya da sırf popülerlikleri bu tür tiranlığı mümkün kıldığı için, Cumhuriyet’e risk oluşturanları sürgüne gönderdi.

Günümüzde sürgünler, kusurlu siyasi kurumların ve demokratik düzen yokluğunun bir belirtisidir. Sürgün üreten toplumlar, muhalefeti, siyasi aykırılığı, madun ve sıkışmış grupları hedefleyen veya yaygın bir düzensizliğin yaşamı dayanılmaz kıldığı toplumlardır. Bu, sürgünlere bir biriyle ilişkili en az üç görev yükler. Sürgünler, tanık olmanın yanı sıra, eleştirilerini uzaktan sürdüren muhalifler ve memleketleri adına reform, özerklik veya bağımsızlık taleplerini dile getiren siyasi temsilciler olabilir. Örneğin Çin, Hong Kong‘da hukukun üstünlüğü çağrısında bulunan muhalifler, Sincan’da suistimallere tanıklık eden Uygurlar, Tibet siyasi otoritesinin kurumlarını inşa eden Dharamsala Orta Tibet Yönetimini ve Doğu Türkistan’da kendi kaderini tayin hakkını savunan Uygur örgütleri ortaya çıkardı. Sürgün, bastırılmış kültürel ve dini uygulamaların geliştiği, muhalefetin hayatta kaldığı ve rakip siyasi değerlerin ifade bulduğu – memleketteki siyasi kusurları düzeltici veya telafi edici bir yer olabilir.

Sürgünler, ön cephelerinden uzaklaştıkları bir çatışmayı sürdürmeye daha hevesli olabilirler

Düzeltici işlev genelde, sürgünlerin ilgi ve destek çekmek istedikleri uluslararası alana kadar genişler. Dikkat çekmek isteyen sürgünler, ABD’li siyaset bilimci Clifford Bob’un “küresel ahlak pazarı” dediği, iyi bir sebep sayısının küresel sivil toplumun, ne kadar iyi niyetli olsa da, yanıt verme kapasite ve istekliliğini aşan yerde gezinmek zorundalar.

Kimin ve hangi şartlarda destek alacağı genellikle siyasi bir ihtiyaç ve şans meselesidir. Bazı meseleler ünlülerin desteğini çekerken, diğerleri belirsizliğe gömülür; bazıları güçlü aktörlerin siyasi ve ideolojik çıkarlarıyla uyumluyken, diğerleri uyumlu değildir ve görmezden gelmek daha kolaydır. Bob’un işaret ettiği gibi, Sincan’da Uygurlara ve diğer Türki azınlıklara yönelik zulüm onlarca yıldır devam ediyor, ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların hayal gücünü yakalayan Tibet ve karizmatik Dalai Lama’ydı. Buna rağmen, dikkat çekmek onu sürdürmekle aynı şey değildir ve dikkati sürdürmek, onu doğru amaçlara yönlendirmekle aynı şey değildir. Tüm çekiciliğine rağmen, Tibet’e verilen uluslararası destek Çin’in ekonomik yükselişiyle azaldı ve Tibet sürgünlerini davayı canlı tutmak için hem yöntemlerini hem de taleplerini değiştirmeye sevk etti. Sürgünler, ihtiyaç sahipleri ile yardım edebilecek konumda olanlar arasında bağlantı sağlayabilir, uluslararası desteğin keyfi ve güvenilmez doğasına karşı koyabilir ve uzaktaki ihtiyaç sahiplerine sunulan yardımın onların şartlarına göre ulaşmasını temin edebilirler.

Sürgünler her zaman bu düzeltici işlevleri etkili bir şekilde yerine getirmezler. Gerçekte onlar adına konuşmadıkları halde, geride kalanların temsilcisi olduklarını iddia edebilirler. Muhalif görüşlerini, sürgündeki nispeten ayrıcalıklı konumlarından ilerlettiklerinde, farklı şikayetleri olanları veya hiç şikayeti olmayanları bastırabilirler. Eleştirel angajman için alan yaratan mesafe, ahlaki açıdan tehlikeli bir siyasete de katkıda bulunur. Bu nedenle sürgünler, ön cephelerinden rahatlıkla uzaklaşabilecekleri bir çatışmayı sürdürmeye daha istekli hale gelebilirler. Memleketlerinde çoktan unutulmuş, anayurdu ihtişamlı bir hale getirme hayalini sürdürebilirler. Ve sürgünlerin üçüncü taraflara güvenleri onları savunmasız bırakabilir. Kısacası, sürgünler, memleketlerinde kusurlu siyasete çare bulmak yerine onu daha da azdırabilirler.

Sürgünlerin yurtiçi ve yurtdışındaki mühim rollerini nasıl etkinleştirebiliriz? En önemli şey, onlara siyasi etkinlik icra etmeleri için gereken hakları ve kaynakları vermemizdir. Bu, onların fiziksel ve politik dışlanmalarına, yoksullaşmalarına ve genel güvensizliklerine – bugün büyük çoğunluğun tabi olduğu koşullara karşı çıkmaktır. Sürgünlerin oynadıkları farklı rollerin farkına varmak, aynı zamanda, aşırıya kaçmadan onları sorumlu tutmayı içerir: Bazen muhakemeyi ertelemeyi içeren, tutulması zor bir denge. Bu teşhis aynı zamanda, sürgünlerin faaliyetini dış politika hedeflerimizi ileriye taşıyan, yetiştirdiğimiz siyasi kaynaklar olarak görmemeyi ve sırf bize yararlı oldukları için mümkün kılmamayı da gerektirir. Bunu yapma, moda sözcüklerle güçlenmeden söz etme riskini taşır.

Ne siyasi söylemimiz ve kamusal kültürümüz üzerindeki hayırlı etkileri, ne de Said’in ağıt yaktığı şekilde, göklere çıkarılan hümanist faydaları için sürgün siyasetine olanak tanıyoruz. Sürgün failliğini tanımak, aradıkları politik son kendileri olduğunda bile sürgündekilere olanak tanımak anlamına gelir. Bu, bazen bizde karşılık bulmayan politik bir dille konuşacaklarını ve bazen kullandıkları yöntemlerin siyasi açıdan sakıncalı ve hatta anlaşılmaz olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Bu imtiyazlar gereklidir, çünkü kovaladığımız idealler ve menfaatler tarafsız değildir; aksine, sürgünleri yaratan dünya düzeninde suç ortağı olabilirler.

Tamil sürgün siyaseti, Benedict Anderson’ın “uzak mesafe milliyetçiliği” dediği tehlikeye örnek teşkil ediyordu

Yıllar önce, çoğunluğu Tamil olan sürgün aktivistlerinden oluşan bir Sri Lankalı grubuna üyesiydim. Sri Lanka hükümeti ile ayrılıkçı Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları (LTTE) arasında, 20 yıllık silahlı çatışmanın ardından görece bir sakinlik dönemini başlatan bir ateşkes anlaşması 2002 yılında imzalanmıştı. Takip eden (nihayetinde başarısız) barış süreci sırasında, bir alan açılmış gibi görünüyordu: Tamil siyasi yaşamında, savaşın anlık dehşetinin ötesinde, siyasi bir çözüm üzerinde ve daha fazla çoğulculuk olasılığı da dahil olmak üzere bu çözümlerin neye benzeyebileceğini düşünmek. Hem Sri Lanka’da hem de diasporada Tamiller, uzun zamandır LTTE’nin “tek temsilci” iddiasının baskısı altındaydı – diğer şeylerin yanı sıra, muhalif Tamilleri ortadan kaldırarak gerçekleştirmeye çalıştığı bir iddia.

Pek çok açıdan Tamil sürgün siyaseti, Benedict Anderson’ın “uzak mesafe milliyetçiliği” dediği şeyin tehlikelerine örnek teşkil ediyor. Devlet zulmü ve savaşın acımasızlıkları nedeniyle travma yaşayan bir sürgün topluluğu, ayrılıkçı bir savaşın sürdürülmesine yardımcı olur ve henüz kurtulduğu savaş vahşetinin gerekli olduğuna dair acımasızca güvence verir; ve bir zamanlar savaşın dayanağı fedakarlığı, çoğulculuğun neşesini ve muhalefeti feda ederek. Bu sadece bir karikatürdür. Savaş boyunca, sürgün başka yerlerde de muhalefete ve eleştirilere yol açtı ve uluslararası dikkatleri bir çatışmaya çekti. Birlikte çalıştığım sürgünler, Marksizm ve milliyetçilik hakkında ileriyi gören argümanlara sahipti, bir ifadenin özel lafzına acı çektiler, unutulmamak ve belki bir gün telafisi için insan hakları ihlallerini belgelediler. Hangi konulara odaklanacağımızı, sahadaki bağlantıları nasıl güvende tutacağımızı, hangi stratejilerin etkili olacağını, hangi tavizlerin çok ileri gittiğini tartıştık. Her biri potansiyel bir dönüm noktası, dengeyi değiştirecek meşhur bardağı taşıran son damla, gösteri, rapor veya açık mektup zaferlerimizi kutladık.

Sürgünler istikrarı bozuyor çünkü ulus-devlet sisteminin yanılgı ve başarısızlıklarını ortaya çıkarıyorlar

O zamanlar, savaşın bu şekilde sona ereceğini bilmiyorduk; 2009’da, en temel insani değerlerden mahrum, görünüşe göre kararlıca tutundukları yurttaşlıklarıyla sivilleri katletmekten memnun bir ordu tarafından binlerce Tamil sivil bombalandı.

2011’de bir BM Uzmanlar Heyeti, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili inandırıcı iddialar olduğu sonucuna vardı. Bununla birlikte, an itibariyle, savaşın son aylarında işlenen ihlaller ilgili güvenilir bir soruşturma yürütülmedi ve binlerce kişi hala kayıp veya kaybedilmiş durumda. Son seçimler, savaş suçlarına karışanları iktidara geri getirdi ve kısa süre sonra savaş sırasında işlenen zulümlerden mahkum olan çok az kişiden birini affetti.

Geriye dönüp baktığımızda çabalarımız boşunaydı. Sonuçta, temel atıfları sahadaki gerçekler tarafından yok edilen hayali bir siyasi alanı demokratikleştirmeye çalışıyorduk. Ancak geriye bakış, tarihin kaçınılmazlığını ve mevcut bir düzenin yok edilemezliğini varsayar. Sürgünler istikrarı bozuyor çünkü ulus-devletin bireysel hakları güvence altına almadaki başarısızlıklarını ve bunu yapma garantisine dayanan uluslararası egemen devletler düzeninin yanılgılarını ortaya çıkarıyorlar. BM’nin sürgüne “kalıcı çözümler” dediği şey (geri dönüş, yeniden yerleştirme ve yerel entegrasyon), yurttaşlığın insan hakları açısından merkeziyetini teyit ediyor ve yine egemen devlet düzenini kozmopolit insan hakları vaadiyle uzlaştırmaya çalışıyor.

Güvenilmez duran bu kalıcı çözümler (bugün mültecilerinin dörtte üçünden fazlası uzun süreli sürgündeler) ve özgür ve eşit vatandaşlarına dikkatle yaklaşan egemen devletler düşünü sürdürüyor. Oysa vatandaşlık, haksızlığın tedavisi değildir ve kalıcı çözümler her zaman sürgüne son vermez. Sürgünler, kaçtıkları ve dahil oldukları siyasi topluluklar arasında, her ikisinde de önemli rolleri birleştiren bir alanı işgal ederler; eleştirmek, telafi etmek, yeniden düşünmek ve yeniden hayal etmek için bir alan. Onlarınki, her biri dönüm noktası olabilecek küçük zaferlerin savaşıdır; tehlikeyi atlatma, başka bir dünyaya karışmamıza yardım eder böylece birçok damla farklı bir göl oluşturur.


Sébastien Thibault’ın yukarıda bir kesiti verilen çalışmasının tam boyutu.
Belavke | Paylaş
Naveroka Pêwend | İlgili İçerik
Ji bo agahiya naveroka nû qeyd bibe
Güncel içerik bildirimi için kaydol