Bir seçim yap, ‘tarihi’ olsun!
Aylarca “aşiret oyları” ile yatıp kalktığımız; BDP’nin, hırsızlık iddialarına rağmen iktidarın Kürdistan’daki gücünü nasıl koruduğunu sorgulamak yerine aldığı oylara sevindiği; iddiasını itibarsızlaştıran HDP’nin “mutlak başarı” elde ettiğini duyurduğu “tarihi” bir seçimi geride bıraktık.
secim
Görsel: Dicle Haber Ajansı
Belavke
Paylaş

Kürtler, 1990’lı yıllardan beri neredeyse her seçim öncesi “tarihi bir seçim” için sandığa çağrılıyor. Kürt hareketinin legal politik temsilleri, girdikleri seçimlerden her defasında oylarını artırarak çıktı. Seçimleri Kürtler açısından ilk elden “tarihi” kılan; kültürel ve coğrafi haritadaki mevcudiyetlerini “resmi” yolla muhataplarına bildirmeleriydi. Esas olarak, hak mücadelesindeki bir meydan okuma alanı olarak kurgulanan seçim seferberliği; inşadan ziyade “inşa edileni” bozmaya odaklı militanca bir eylem tahayyülü ile Kürt hareketinin mücadele hattını genişletme ve enstrümanlarını çeşitlendirme gayretine dayanıyordu.

Ancak BDP’nin 30 Mart seçim çalışmaları ve sonuçları üzerinden yapılan değerlendirmeler; legal Kürt siyasetinin seçim algısındaki dönüşümü açık bir şekilde imliyor. Eldeki veriler, seçimlerin Kürtlerin hak mücadelesinde ne derecede “tarihi” önemde olduğunu tartışmalı hale getiriyor. Zira, toplumsal dönüşüm ve hak talebi motivasyonuna dayanan “militanca eylem” mefhumunun yerini pragmatik bir “seçim kazanma” siyasetine bıraktığını gözlemliyoruz. Bu tasavvurun içeriklendirdiği seferberlik çağrısında, “hak talep eden yurttaşın” yerini “seçmen”e bıraktığını görüyoruz. Kürt olmaya dayalı seçmen karakteristiği, sadece kullanılacak oy üzerinden; tarihsel, politik ve ideolojik bağlamdan muaf tutularak kurgulanıyor.

Geri çağrılan aşiretçilik

Siyasal pragmatizmin Kürt hareketinin legal politik temsilleri için giderek stratejik bir önem kazandığının izine BDP’nin yerel seçimler öncesi propaganda faaliyetlerinde rastlayabiliriz. BDP ve diğer öncül partilerin daha önceki seçim çalışmalarında “gözettikleri” bir husus olan “aşiret oyları” bu seçimde yoğun bir diplomasi faaliyetine mazhar oldu. Daha önceleri, yerel ölçekte ziyaretlerle ve Kürtlerin hak temelli politik argümanlarıyla gerçekleşen “ikna” çabaları bu seçimde, heyet ziyaretleriyle “çıkar” odaklı bir “ittifak” görünümü aldı. Öyle ki seçim öncesi gerçekleşen bu faaliyetler kamusal alanda baskın bir “propaganda” yöntemi olarak kullanıldı. Dicle Haber Ajansı’nda, seçim sürecinin başladığı 1 Ocak tarihinden seçim gününe kadar geçen üç aylık sürede, içinde “aşiret” kelimesi geçen 331 haber yayınlandı. Bu haberlerden bazılarının başlıkları şöyle:

  • “Metina aşireti üyesi 300 aile BDP’ye katıldı”
  • “Şexki Aşireti Kürtler için mücadele edecek”
  • “BDP’ye aşiret ziyareti”
  • “Mistan aşiretinden 300 kişi BDP’ye katıldı”
  • “Muska Aşireti BDP’ye katıldı”
  • “Doduka aşireti BDP’yi destekleyecek”
  • “Beytika Aşireti 4 bin kişiyle BDP’ye katıldı”
  • “Xidreka aşiretinden 3 bin kişi BDP’ye katıldı”
  • “Türk ve Akyol, Metina Aşireti temsilcileri ile bir araya geldi”
  • “BDP aşiretçiliğin kalesi Hazro’da iddialı”
  • “Urfa’da Bini İcil aşireti BDP’ye geçti”
  • “Viranşehir’de AKP’li adayın aşireti BDP’ye geçti”

Uzun süredir çözülmüş olan aşiret temelli bir toplumsal yapıya referans veren bu söylemler eski bir belgeselden aktarılan fragmanlar izlenimi veriyor. Bu noktada şu soruları sormaktan kaçınamayız: Aşiret kurgusunu verili kabul eden onaylayıcı dilin bu şekilde dolaşıma sokulması ne tür bir gelecek ve toplumsal tahayyül “planına” dayanıyor? Kamusal yayınla seçim propagandası yapılan aşiret diplomasisi Kürt mücadelesinde hangi “tarihi” evreye denk geliyor? Bu sorulara yanıt aramak BDP’nin Kürdistan sosyolojisinin değişen dinamiklerini “nasıl” okuduğunu tartışmayı da gündeme getirmeli.

Belediye “konağı” için kendi partisine karşı “isyan” çıkaracağını söyleyen ağaları, “ömür boyu politikacı kadrosu” yaratmaya müsait bürokratik yapısı, geleneksel kodların geri çağrılarak feodal bağların yeniden üretildiği “gelecek” tahayyülü, kentlerine sahip çıkmayan yerel yönetimleri ve sembolik değerleri istismar etmek suretiyle toplumsal dejenerasyona yol açan pratikleriyle BDP, “başka bir dünya” ihtimalini dinamitleyen bir yapıya dönüşüyor.

BDP’nin “müthiş başarı”sı

17 Aralık operasyonunun ardından Gülen Cemaati ile girdiği savaşla ve yolsuzluk iddialarıyla meşgul olan AKP, Kürdistan’a fazla yüklenmemesine rağmen bölgedeki oyunu korudu hatta bazı yerlerde artırdı. AKP’nin bölgede gücünü koruyabilmesi “yeni bir toplum inşa etme” iddiasındaki BDP’nin ve belediyeciliğinin başarısızlığı olarak algılanmalıdır. Bunun yerine Eşbaşkan Selahattin Demirtaş “BDP müthiş bir başarı kazandı” ifadesiyle bu başarısızlığa resmen sahip çıktığını ilan etti.

Oysa BDP’nin, alan hakimiyetini görece korumuş olsa da, hegemonik kudretini yitirme eğilimine girdiği söylenebilir. Zira son seçim, Kürdistan toplumunun BDP siyasetine sorgusuz sualsiz onay vermeyeceğinin mesajını incelikle ilettiği bir seçim oldu aynı zamanda. Gerilim ve cepheleşme atmosferinde gerçekleşen 30 Mart yerel seçimlerine katılım Türkiye genelinde rekor düzeye çıkmışken, BDP’nin seçimlere yüklediği “tarihi” anlama karşın Kürdistan’da benzer bir seferberlik söz konusu olmadı. Türkiye genelinde seçime katılım oranı yüzde 90 iken; BDP’nin belediye başkanlıklarını kazandığı istisnasız tüm illerde dahi (Diyarbakır yüzde 82, Van yüzde 78, Hakkari yüzde 82, Mardin yüzde 83, Şırnak yüzde 88, Siirt yüzde 87, Batman yüzde 82, Iğdır yüzde 84, Ağrı yüzde 78, Tunceli yüzde 82, Bitlis yüzde 89) seçime katılım Türkiye ortalamasının altında kaldı. BDP pek çok seçim bölgesinde, 2009 seçimlerine kıyasla daha az farklarla belediyeleri kazandı.

HDP’nin “mutlak başarı”sı

HDP’nin de Kürdistan’daki pragmatist seçim tutumunu izlediğini söyleyebiliriz. Kürdistan’da aşiretlerle ittifak arayışında olan BDP’nin yerini Fırat’ın batısında CHP ile ittifak arayışında olan HDP aldı. Bu ittifak arayışlarındaki “çeşitlilik” seçimlerin Kürt mücadelesindeki yerine dair bir anlayış kaymasını tekrar göstermiş oldu.

30 Mart yerel seçim sonuçları, son yıllarda AKP siyasetiyle daha da görünür kılınan ve meşrulaştırılan “seçim odaklı çoğunluk faşizmi”nin eş zamanlı olarak “karşıtını” da beslediğini gösterdi. Zira Gezi hareketi, CHP-MHP-Gülen Cemaati ittifakı şeklinde tecessüm eden “milliyetçi cephede” konsolide oldu. Gezi’nin gelecek tahayyülünün nasıl sınırlanabileceğine dair güçlü emareler içeren bu durum, “kazanmak” üzerine kurulu “çoğunlukçu” bir tehdidi de barındırıyor. Gezi hareketi “oyları bölmemek” suretiyle, gücünü sokaktan alacak gerçek bir muhalefetin potansiyel dönüştürücü etkisini “çoğunluğu elde etme” hırsına kurban etti.

Tabii Gezi’nin bir miktar da olsa HDP’ye teveccüh etmeyişinin sebebi söz konusu hırsın HDP’ye de sirayet etmesinde aranmalıdır. HDP, Gezi günlerinde ulusalcı, elitist cenaha karşı gösterdiği ilkeli duruşu seçim sürecinde gösteremedi. Siyasal iddiaların ilkelerle buluşamadığı bir yapı görünümü veren HDP, seçim öncesi CHP ile “ittifak” arayışları içine girerek daha işin başında HDP’nin siyasi iddiasını spekülasyon düzeyine indirgedi. HDP’li Sırrı Süreyya Önder, CHP’lilerin kendilerine “ittifak yapalım ama kimse ittifak yaptığımızı bilmesin” önerisinde bulunduğunu açıkladı! HDP kurucularından Zeynep Gambetti de partisine “oylar bölünmesin” önerisinde bulunarak CHP’ye oy vereceğini beyan etti. Esasen ilkeli siyaset yapan bir partiye bu tür “önerilerle” gidilemez ancak HDP’nin spekülasyona açık tutumu bu önerilere zemin hazırladı.

Bu şekilde itibarsızlaşan HDP’nin “Gezi rüzgarını” arkasına alması haliyle beklenemezdi. Kaldı ki, “Şehir Senin” kampanyası yapan ancak şehri için oy kullanamayan belediye eşbaşkan adayı, HDP’nin ne kadar “iddialı” olduğunun işaretini vermişti zaten. Nüktedanlığıyla meşhur adayın yine bir “espri” yaptığı kabul edilebilir ve buradan da bir “başarı” devşirilebilirdi; tıpkı HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı gibi. İlginç bir matematiksel hesapla HDP’nin “mutlak başarı” elde ettiği sonucuna ulaşan Kürkçü’nün “başarı” olarak addettiği oransal yükselişlere kanarsak ve hesaplama yöntemini takip edersek, HDP’nin yüzde 10’u bulması için en iyi ihtimalle yedi seçim daha geçmesi gerekiyor!

Seçim zamanı!

Her koşulda “başardık” demeyi meziyet sayan siyasetçi modelinden eleştirel akla dayalı siyasal pratikler çıkar mı (?) bunu göreceğiz. Ancak halihazırda görünen şu ki, bu sağlanamazsa 30 Mart seçimi “başardık” diyebildikleri son seçim olabilir.

Sonuç olarak; seçimler, elde edilen sonuçlarıyla, Kürtlerin hak mücadelesinde özgür bir toplum tahayyülüne güç katıyorsa; yaşanabilir kentler inşa eden yerel yönetim anlayışının tesis edilmesine katkı sunuyorsa; ekonomik kaynaklara eşit erişim hakkını örgütleyebiliyorsa “tarihi”dir. Diğer bir değişle seçim başarısı Kürt mücadelesi açısından stratejik kazanımlara dönüştüğü oranda “tarihi” nitelik kazanır.

Bu noktada “tarihi” bir seçim yapması gereken Kürt hareketidir: Seçim odaklı siyaset mi yoksa hak talebi etrafında örgütlenmiş, adil ve özgür bir gelecek tahayyülünü savunan ve seferberliği bunun üzerinden kuran bir siyaset mi?

Belavke | Paylaş
Naveroka Pêwend | İlgili İçerik
Ji bo agahiya naveroka nû qeyd bibe
Güncel içerik bildirimi için kaydol